worrying blob / endişelenen patlıcan
my old friend, always unable to let me go right? benim eski dostum, hep bırakmakta zorluk çeken değil mi?
I am sat at a cafe. A Turkish cafe in London. So far everyone inside are Turkish. Maybe I should say Anatolian, as I find this description more suiting for beings of that land. Anyway back to the being sat.
My mind is racing faster than any speed car and any actual races for anything related to speed. Connecting from the previous writing about love, and the love of the Self, now we are here, unable to surrender to the mysteries of life, and instead, worrying.
I am often very saddened by how much we need to do only for survival itself. Life is at a pace so uncontrollable that is never decided by us, and we can only submit to the requirements, or we just, disappear? What happens to us?
Life in London to some seems glamorous because of what the city offers with art, but let me assure you, when you are not on stage or immersing yourself with culture and art, the day to day can be quite rough. Not only that life as we know it is not the same as before, and for everything we do, I am talking your average human creature, things require resources. Lack of money is making everyone live so far away from themselves, that even to get to a point they can be themselves, they don’t know when, and they don’t even know if. If that is possible. Is this acceptable to live a life without getting to really live a life?
I often don’t fall into this trap because of my awareness and the inner sorcery to alchemise the mind and this goes for beyond my own being but for all humans living on this pretty but difficult piece of rock. I fall into it when I somehow am unable to be in my passenger consciousness and there is a lot for me to do about living all at once. Moving houses is one hell of a stressful thing. Welcoming someone new into your life and your mind begins racing about all the possibilities, all the roads going south somehow. Not feeling stable enough; not this enough and not that enough. Enough-ness. That does it. Sensitivity to your surroundings, so on a day where the collective is impacted by a surge of energy, you not only feel your own but everyone that you exchange aura with.
Imagine now, how much goes through our system daily? How much of it is really ours or is anything even ours? Yet we are still these vessels holding it all.
I became contemplative yesterday when I escaped into Nature’s arms, and realised how empty I felt. How much I missed that and I needed that. My vessel was a vessel of love, the way I feel my vessel to be in its core, and I was moving a lot of energy, being a witch amongst the Yew trees, singing and being. I wondered how a day that belongs to the true me would be lived? In its slowness, in its excitement, in its colours….
An ideal day, as a lover of life, and as a creative.
You know what, I rarely live the ideal days, even though I still live some days within the spectrum of the real me. I end up needing so much space to be in a creative flow without disruption, and it seems like we just end up being disrupted, interrupted, and the system, or whatever conditioning field is out there, knocks very heavily on the door to take us away from ourselves again. If you have not read Momo by Michael Ende, now may be the time to save that on your lists and read it. I can’t express how relevant it is.
I desire a life that allows me to be the creative that I am. I desire a life that allows human beings to not always feel like they need to be in a rush and worry about making enough money. I desire a life where our streets are filled with more inner smiles, and the heartful sunshine we carry.
I am saddened by reality often, and I have to pick my pieces one by one again, to come back to the innate worthiness that I know deep down always resides in me.
I sincerely wish for us all to be flowing with more abundance and to live more playfully instead of drowning in stress.
I wish to perform to you again. To bring visions to life and live my day to day as Me. Truly.
May it all blossom into our existence in this lifetime.
Türkçesi
Bir kafede oturuyorum. Londra'da bir Türk kafesi. Şimdiye kadar içerideki herkes Türk. Belki de Anadolu demeliyim, çünkü bu tarifi o topraklardaki varlıklar için daha uygun buluyorum. Her neyse, oturmaya geri dönelim.
Aklım, herhangi bir hız arabasından ve hız ile ilgili herhangi bir şey için gerçekleşen yarışlardan daha hızlı yarışıyor. Sevgi ve Benliğin sevgisi hakkındaki önceki yazıdan bağlantı kurarak, şimdi buradayım, yaşamın gizemlerine teslim olamayıp ve bunun yerine endişelenme halinde.
Sadece hayatta kalmak için ne kadar yapmamız gerektiğinden sık sık çok üzülüyorum. Hayat o kadar kontrol edilemez bir hızda ki, bizim tarafımızdan asla karar verilmiyor ve sadece gereklilikleri mi yerine getirebiliyoruz, yoksa ortadan kayboluyor muyuz? Bize ne olacak?
Bazıları için Londra'daki yaşam, şehrin sanatla sunduğu şeylerden dolayı göz alıcı görünüyor, ancak sizi temin ederim ki, sahnede olmadığınızda veya kendinizi kültür ve sanata kaptırmadığınızda, günden güne oldukça zor olabilir. Sadece bildiğimiz hayat eskisi gibi değil ve yaptığımız her şey için ortalama insan yaratığından bahsediyorum; işler çok kaynak gerektiriyor. Parasızlık, herkesin kendinden o kadar uzakta yaşamasına neden oluyor ki, kendileri olabilecekleri bir noktaya gelmek için bile ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyorlar. Eğer mümkünse. Gerçekten bir hayat yaşamadan bir hayat yaşamak kabul edilebilir mi?
Farkındalığım ve zihni simyalamak için içsel büyücülüğüm yüzünden sık sık bu tuzağa düşmüyorum, hatta bu kendi varlığımın ötesine geçerek o büyüyü bu güzel ama zor kaya parçası üzerinde yaşayan tüm insanlar için yapabilmemi sağlıyor. O kapının açılması gibi Bir şekilde yolcu bilincinde olamadığım ve aynı anda yaşamla ilgili yapmam gereken çok şey olduğu zaman bu tuzağa düşüyorum. Ev taşımak çok stresli bir şey. Hayatınıza yeni birini davet etmek ve zihninizin tüm olasılıklar hakkında yarışmaya başlaması bir şekilde tüm yolların güneye gideceğini düşünmek. Yeterince köklü hissetmemek; bunun için yeterli olamamak ve şunun için yeterli olamamak. Yeterlilik. Bu düşünce zaten tuzağa sokuyor. Çevrenize duyarlılık, yani kolektifin bir enerji dalgalanmasından etkilendiği bir günde, yalnızca kendinizinkini değil, aynı zamanda aura alışverişinde bulunduğunuz herkesi de hissediyor olmanı
z (aura bedenin içinde ve dışında olan enerji bedeni).
Şimdi düşünün, sistemimizden günde ne kadar enerji ve akış geçiyor? Ne kadarı gerçekten bizim, hatta herhangi bir şey bizim mi? Ama biz hala hepsini tutan bedenleriz.
Dün Doğanın kollarına kaçtığımda dalgınlaştım ve ne kadar boş hissettiğimi fark ettiğim. İçim boşaldı. Bunu ne kadar özledim ve ne kadar ihtiyacım vardı. Damarım bir sevgi damarıydı, damarımın özünde olduğunu hissetme şeklimdi ve çok fazla enerji taşıyordum, Porsuk ağaçlarının arasında cadı oluyordum, şarkı söylüyordum ve var oluyordum. Gerçek bana ait bir günün nasıl yaşanacağını merak ettim. Yavaşlığında, heyecanında, renklerinde...
Bir yaşam aşığı ve yaratıcı olarak ideal bir gün.
Biliyor musunuz, ideal dediğim hissettiğim günleri nadiren yaşıyorum, yine de bazı günleri gerçek ben spektrumunda yaşıyor olsam da. Kesinti olmadan yaratıcı bir akış içinde kalmak için çok fazla zamana ihtiyacım oluyor ve görünüşe göre aksama yaşayıp kesintiye uğruyoruz ve sistem ya da dışarıdaki koşullandırma alanı bizi tekrar kendimizden uzaklaştırmak için kapıyı çok sert çalıyor. Michael Ende'nin yazdığı Momo’yu okumadıysanız, şimdi bunu listelerinize ekleme ve okuma zamanı olabilir. Ne kadar alakalı olduğunu anlatamam.
Olduğum gibi yaratıcı olmamı sağlayan bir hayat istiyorum. İnsanların her zaman acele etmeleri ve yeterli para kazanma konusunda endişelenmeleri gerektiğini hissetmemelerini sağlayan bir yaşam arzuluyorum. Sokaklarımızın daha fazla iç gülümsemeyle ve taşıdığımız yürekli güneş ışığıyla dolu olduğu bir yaşam diliyorum.
Gerçekliği farkettikçe sık sık üzüntü duyuyorum ve derinlerde her zaman içimde olduğunu bildiğim doğuştan gelen değere geri dönmek için parçalarımı tek tek geri koymam gerekiyor farkettikçe.
Stres içinde boğulmak yerine hepimizin daha bolluk içinde akmasını ve daha eğlenerek yaşamasını yürekten diliyorum.
Tekrar sahneye dönüp sizlere çalmak istiyorum. Vizyonlarımı hayata geçirmek ve günümü kendim olduğum gibi yaşamak istiyorum. Gerçekten olduğum gibi.
Bu hayatta her şey varlığımıza çiçek açsın dilerim.